Friedrich Hölderlin’in Hyperion adlı romanı iki kez Türkçeye çevrilmiştir. İlk çeviri 1943’de Melâhat Togar, diğeri ise 2020’de Gürsel Aytaç tarafından yayımlanmıştır. Doris Bachmann-Medick’e göre çeviri süreçleri kırıklıklar, yanlışlıklar, başarısızlıklar, vb. tarafından belirlenir. Togar ve Aytaç’ın söz konusu çevirilerinin bazı bozuklukları, özellikle çevirmenlerin kaynak metninde siyasi olarak nitelendirilebilir müdahalelerde bulundukları yerlerde ortaya çıkar. Böylesine durumları “çeviri politikası” olarak adlandıran Gayatri Chakravorty Spivak, çeviri faaliyetinin en mahrem okuma eylemi olduğu kanaatindedir; bunun nedeni de çevirmenin kendi benliğinde ötekinin, yani yazarın izini takip etmesiyle ilgilidir. Peki öteki ile benlik arasındaki bu müzakere süreci, bu çeviri politikası Togar’ın ve (daha az ölçüde de olsa) Aytaç’ın Hyperion çevirilerinde olduğu gibi bir yandan ulusal benlik imgesine ilişkin düşüncelerden, diğer yandan da öteki imgesine ilişkin düzeltmelerden etkileniyorsa? O hâlde başarılı bir kültür aktarımından söz edebilir miyiz? Kültür aktarımı ayrıca tam olarak nedir ve onunla hangi hedefler izlenir? Togar ve Aytaç’ın Hyperion çevirileri örneğinde ilgili süreçler nasıl gerçekleşmiştir? Çalışmamızda bu sorular ele alınmaktadır. Atılan adımlar, Norbert Bachleitner’in ‘toplama ve düzenleme’ olarak tanımladığı yöntem temelinde oluşmaktadır. Bu bağlamda Aytaç’ın siyasi bakımdan nispeten tarafsız çevirisi, Togar’ın çevirisine karşıt bir örnek olarak işlev görmektedir. Böylece ilgili metinlerin önemli kısımların alıntılanması ve değerlendirilmesi her zaman üç aşamada, yani Hölderlin – Togar – Aytaç dizisi içinde gerçekleşmektedir.
Friedrich Hölderlin’s novel Hyperion has been translated into Turkish twice. The first translation was published by Melâhat Togar in 1943 and the second by Gürsel Aytaç in 2020. According to Doris Bachmann-Medick, translation processes are defined by fractures, mistakes, failures, etc. Some of the flaws of Togar’s and Aytaç’s translations in question occur especially where translators have made interventions in the source text that can be characterised as political. Gayatri Chakravorty Spivak, who calls such situations “politics of translation”, believes that the act of translation is the most intimate act of reading; this is because the translator follows the trace of the Other, which is the author, in his or her own Self. But what if this process of negotiation between the Other and the Self, this politics of translation, is influenced, as in Togar’s and (to a lesser extent) Aytaç’s Hyperion translations, on the one hand by considerations of the image of the national Self and, on the other hand, by corrections of the image of the Other? In that case, can we still speak of a successful cultural transfer? What exactly is cultural transfer and what aims are pursued with it? How were the relevant processes realised in the case of Togar and Aytaç’s Hyperion translations? These questions are discussed in this article. The steps taken are based on what Norbert Bachleitner describes as ‘collecting and organising’. In this context, Aytaç’s relatively non-politically translation functions as a counter-example to Togar’s translation. Thus, the citation and evaluation of relevant passages always takes place in three stages, i.e. in the sequence Hölderlin – Togar – Aytaç.